Bu bizim şehir kültürümüz. Bazı şehirlerde de gayet yavaş yavaş yaşanıyor ve insanlar hızlı, seri davrananlara 'Huzurumuzu, sakinliğimizi bozdu' diye kızıyorlar.
Geçen sene yurtdışındayken kaldırımda biri çok yavaş yürüyordu. Arkadaşımla arkasında kaldık ve bana fenalık geldi, Üfff sesi çıkarmadım ama kızı hızlı bir hareketle solladım. Millet bana baktı 'Allah'ın öküzü ne yapıyor' diye, çünkü herkes aynı hızda hareket ediyor ve yolun ortasında tıkıyorlar her yeri. Arkadaş da 'İstanbul'dan geldiğin belli oldu, daha buralı olamamışsın' dedi kibarca. Oysa ben de ortalama bir İstanbullu hızında hareket ediyorum. Ne yavaş ne de koştururcasına hızlı ama ortalamaya göre hızlı. Sonra oradaki hıza alıştım, bu sefer İstanbul ilk bir hafta başımı döndürdü.
Yine böyle bir 'yavaş şehir'deki başka bir durumu da anlatıvereyim. Marketlerde kasalarda bizimkiler seri hareket eder ve hatta sen 'Ama ben daha paketlemeyi bitirmedim, kasiyer itekleyip duruyor benim ürünleri. Sonraki müşteri beni bekliyor' diye stres yaparsın ya; hah, öyle bir markette önümde en az 10 kişi var, ki bunun varlığı bile başlı başına 'En az yarım saat buradayız' püflemesi demek. Baktım, herkes çok sakin. Market kuyruğu değil de, evdeki koltuktaki kadar rahatlar. Bu memlekette de kasiyerler müşterilerle 'Nasılsınız? İyi misiniz? İstediğiniz her şeyi buldunuz mu? Aaa, bunu ben de kullanıyorum? Şunu denediniz mi, tadı nasıl; ona göre ben de alayım?' muhabbetini kasada 10 kişi dolu arabalarla da bekliyorsa yapıyorlar. Sıradaki hiç kimse de 'Hadi, kardeşim. Evimize gideceğiz daha' diye bir derdi yok. Hatta, derdi 'Evime nasıl olsa gideceğim, karşımdaki ile iki laf edeyim de gün güzel geçsin bari' diye bir bakış var. Düşün ki kuyruk uzamış ve reyonlara varmış, kasiyer 'Bunu yüzüne nasıl sürüyorsun, yatmadan önce mi, sonra mı' diye muhabbet ediyor. İnsanlar da 'Hadi, kardeşim' demek yerine 'Hmm, acaba yüze nasıl sürülüyor. Ne kibar insan' diyerek mutlu oluyorlar. Bazen muhabbetin parçası oluyorlar, 'Onu değil de, şunu kullansanız sanki daha iyi' diye. Aynı şehirde metronun yürüyen merdiveninde yürünmüyordu. 'Soldan yürünecek' diye bir durum yoktu, yürüyene 'Yazık, kimin çocuğuysa' diye bakıyorlardı.
Hızlı yaşamımı ilk sorguladığım andır. Gözümün önünden kaldırımda 'E yürüyecekseniz yürüyün' dediğim, kasiyerden 'Hadi toplan da, sonraki gelsin' bakışı aldığım günlere yandım. Hızlı ya da yavaş olmak sorun değil bence ama hızlı yaşamak zorunda olmak, buna alışmış olmak sorunun göstergesi bence. Hızlı yaşamak zorunda olmak, anı sindiremeden yaşamak zorunda kalmak demek kaçırdığımız bir şeylerin olduğu hayata yetişemediğimiz, hayatın bizden önde gittiği ve hızlı yaşadığımız için çevremizdeki güzellikleri kaçırdığımız bir hayat demek bence. Hızlı olmak ve hızlı olmak zorunda kalmak arasında ciddi bir stres, anksiyete, negatiflik farkı var. Hızla yaşamıyoruz, hızla tüketiyoruz sadece; çiğnemeden yutuyoruz.
Örneğin, Norveç'in yavaş tv'si var. Bütün gün bir trenin yolculuğunu, bir balığın avlanmasını gösteriyor ve çok da seviliyor. Araştırmacılar bu sevilmenin nedeninin 'İzleyicileri yavaşlatarak, hayatla aynı hızda olmalarını sağlıyor' diyerek açıklıyor.
Ben de İstanbul ortalamasında hızı olan bir insanım ve İstanbul gibi metropollerde, hatta Türkiye'nin çoğu yerinde yavaş yavaş hayatımızı yaşamamız mümkün değil. Yaşadığımız yer Serengeti Düzlüğü gibi yer; yavaş kalan kişi güçsüz antilop gibi aslanlara yem olur. Üstelik, insanı canlı tutan bir yanı da var ama yaşadığımız yerine Serengeti Düzlüğü olmasında bir sorun, bir sıkıntı var.
0